16 Şubat 2015 Pazartesi

İsrail - Türkiye karşılaştırmalı kalkınma öyküleri



 

İsrail’ in sıradışı bir kalkınma öyküsü var. Start-up Nation: The Story of Israel’s Economic Miracle / Dan Senor, Saul Singer / 2011 isimli kitabı referans aldım. Türkiye Cumhuriyetinin ilk yıllarında yaşananlarla benzerlikler olduğunu düşünüyorum.  Bugün gelinen noktada aramızda İsrail lehine belirgin bir fark var. Sebeplerini düşünüp sorgulamak gerektiğine inanıyorum.

 

Ana başlıklara ayırmaya çalıştım. İsrail’ in durumunu özetleyerek başlıyorum, bizimkini düşünerek okuyun lütfen. 

  • İsrail
    • dünyada en yüksek mühendis konsantrasyonu, en yüksek ArGe harcaması (milli gelirdeki pay) yapan ülke.
    • 2008 de İsrail’ deki risk sermayesi yatırımları ABD’ nin 2,5 katı, Avrupa’nın 30 katı, Çin’in 80 katı, Hindistan’ın 350 katıydı.
    • ABD’ den sonra NASDAQ kayıtlı en fazla şirket İsrail’den çıkıyor.
    • 1995 ten bugüne yıllık ekonomik büyümesi OECD ortalamasının üzerinde.
    • İsrail’deki demografide 70 ten fazla etnik köken var; dil, kültür, eğitim, tarih birlikteliği yok
    • Suyun geri dönüşümü teknolojisinde dünya lideri
    • Nükleer patent üretiminde dünya onuncusu 

  • Altyapı - Ekonomi
    • İsrail’de sınırlar oturmamış, sürekli çatışma var, yokluk ciddi boyutta, her şey karneyle dağıtılıyor, çok büyük göçmen akımı var, gelenler arasında dil – kültür – tarih birlikteliği yok, altyapı yok, ülke büyük ölçüde çölden ibaret, nüfus çok az, küresel dışlanma var, komşuların tamamı düşmanca yaklaşıyor, para yok…
    • Gelenlere İbranice öğretilmiş, ekilebilir alanlarda kooperatifler kurulmuş, devlet sınırlı kaynaklarıyla altyapı yatırımı yapmış, askerlik uzun süreli ve kız-erkek zorunlu olmuş, göçmenlerin arasından eğitimli-yetenekli olanları seçerek üniversitelerin temeli atılmış, milli gurur ve hayatta kalma kültürü oluşturulmuş. Risk sermayesine dayalı yabancı yatırım toplamış, devlet yatırıma katılmış, dönem sonunda yabancıya mülkiyet verme opsiyonu önermiş. Diaspora organize olmuş, hem sermaye temininde hem iş ilişkileri kurulmasında hem de tersine beyin göçünde önemli rol almış.
    • Türkiye’de sınırlar seneler süren savaşlardan sonra ancak oturmuş, Hatay sorunu henüz sürümcemede, çalışabilir yaştaki erkek nüfusun hayatta kalanları askerde ve genel olarak eğitimsiz, Arap harfleri ve Osmanlıca kullanılıyor, okuma-yazma oranı yok seviyede, meslek sahibi olanların tamamına yakını levantenden, çok büyük yoksulluk var, kadın tamamen çarşafın altına saklı ve ikinci sınıf, altyapı sıfır, geleneksel olarak itaat etmeye eğilimli, millet bilinci yok, kırsal düzende, sanayi yok, organize tek kurum ordu, etnik çeşitlilik var, dini motifler hakim, hilafet-saltanat-demokrasi kavramları bulanık, Osmanlı’nın borcuna sahip çıkılmış…
    • Latin alfabesine geçiliyor, okuma-yazma seferberliği başlıyor, eğitim kurumları tek tipe çevriliyor, kılık-kıyafet düzenleniyor, kadınlara eşitlik ve fırsat veriliyor, seçilen öğrenciler devlet bursuyla yurtdışı eğitime gönderiliyor, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu açılıyor, Devletçilik ilkesiyle altyapı yatırımına başlanıyor, Köy Enstitüleri açılıyor, kooperatifçilik başlıyor, Bolşevik yakınlığı var, Alman yakınlığı var, ilgi duyan eğitimli Yahudilere fırsat veriliyor, ilk üniversiteler oluşuyor. İlk fabrikalar açılıyor, İzmir Ekonomi Kongresi yapılıyor, milli politika oluşturma çabası var. İlk otomotiv fabrikası (Devrim, benzin koyulmadığı için iptal olacak), uçak fabrikası (daha sonra tencere fabrikasına dönüşecek) kuruluyor. Sümerbank , Alüminyum fabrikası Rus teknolojisiyle başlıyor. Ne Mutlu Türküm Diyene, Türk Övün Çalış Güven, Türk Milleti Zekidir, Çalışkandır. Yıllar sonra gümrük birliği, konvertibilite, özelleştirme gibi önlemlerle ekonomimiz yurtdışına açılmaya başlıyor. Teşvikler vergi iadesi veya hibe formunda olunca suiistimaller de çoğalıyor. Bizdeki yurt içi veya yurt dışı kurumlar, dernekler yeterince aktif değil, organize değil, kıskançlıklar vb nedeniyle randıman alınamamış. Az sayıda sanat – zenaat – meslek erbabı levanten de Eylül olayları neticesinde apar topar Türkiye’ den ayrılmaya zorlanmış.
  • Tarım
    • İsrail’de suyun geri dönüşümü, tohum ıslahı, damla sulama, mekanize tarım gibi teknoloji ağırlıklı uygulamalar yapılıyor. Kooperatif tarzı örgütlenilmiş.
    • Türkiye’de ağalık düzeni var, mirasla toprak paylaşımı ve mekanize tarım için yetersiz ölçek sıkıntısı var. Tohumlar ıslah edilmemiş, gübre kullanımı neredeyse yok, sulama ilkel şartlarda, çay bitkisinin Karadeniz iklimine uygunluğu bile henüz yeni belirleniyor. Derken Atatürk Orman Çiftliği kuruluyor, zirai araştırmalar enstitüler kuruluyor, ziraat bankası buraya yönlendiriliyor, erozyondan korunma çabaları başlıyor, ağaçlandırma başlıyor, gübre kavramı ortaya çıkıyor, birlikler kuruluyor, Köy Enstitülerinde güncel tarım bilgisi halka yaklaşıyor. Devlet Su işleri kuruluyor, kanallar yapılarak yaygın sulamaya geçiliyor. Ancak damla sulama veya genetik tohum iyileştirme gibi teknolojiler yerine GAP gibi çok büyük ölçekli klasik yöntemler tercih ediliyor, kaynaklar bol keseden harcanıyor, sonuç almak yıllar sürüyor. Zamanla taban fiyat, sübvansiyon, destek vb derken düşük verimi normalleştiriyoruz. Tarladan sofraya kadar araya giren kabzımallar nedeniyle çiftçi ve tüketici aleyhine fiyat hareketlerine neden oluyoruz. Ziraat Mühendislerimiz işsiz kalıyor.
  • Eğitim – Ordu (askerlik)
    • İsrail’de yaygın eğitim tek tip yapılıyor. Aşırı dincilere devlet desteği var, çalışmıyorlar,  yıldan yıla çok çocuk yaparak devlete yük oluyorlar. Yaygın eğitimde genel tarama testleri var, bilgi-ezber yerine sorgulama öğretiliyor, psikolojik testlerle kişilik ve yetenek taraması, bilimsel eğilim belirlemesi yapılıyor. Üniversite öncesinde 17 yaşındaki gençlerin tamamı (kız-erkek) askere alınıyor, temel eğitim veriliyor, saha görevine çıkıyorlar, birbirlerine güvenmeyi, liderliği, sorumluluğu, mazeretsiz hedefe ulaşmayı öğreniyorlar. Ülkenin 17 yaş profilini devlet böylece elde ediyor, merkezi planlama askeri teşkilatlar sayesinde çocukları yeteneklerine uygun olarak yönlendiriyor. Yedeklik döneminde her sene bir hafta timler bir araya getiriliyor, ekip ruhu canlı tutuluyor, iş hayatı için networking fırsatı sağlanıyor. Askeri geçmiş bilinen özgeçmişin en kritik parçası, özel sektör kişi bazında devlette oluşan arşive erişebiliyor. Ordunun içinde dahi cephe şartlarında verilen emirleri sorgulamak ve insiyatif almak mümkün. Üniversite enflasyonu yok, üniversiteler dünya liginde ilk sıralarda olacak kadar iyi. Stratejik önceliği olan savunma sanayi, nükleer enerji, ileri teknoloji, bilgi teknolojileri, tarım gibi alanlar belirlenmiş. Herkes esnekliğe şartlandırılıyor, hem pilot hem endüstriyel ürün tasarımcısı veya hem donanımcı hem insan kaynakları biliyor gibi… Hep ikâme edilebilirlik sağlanmaya çalışılmış.
    • Türkiye’de tevhidi tedrisat ile kurumlar birleştirildi, latin alfabesine geçildi, kızlar da okula gitti, İstanbul Teknik Üniversitesi Alman ekolüyle kuruldu, yurt dışına öğrenciler gönderildi, konservatuar açıldı. Enstitüler aracılığıyla idealist öğretmenler yetiştirildi, memlekete yayılmaları sağlandı. Dini akımlar nedeniyle çeşitli aksamalar, duraklamalar yaşandı. Zamanla üniversite sayısı yeterli kadro olmamasına rağmen arttı. Sınavlar ezbere dayalı eğitimi gündeme getirdi, kurumların önünde ve içlerinde yığılmalar oldu. Mezunlar beklenen evsafta olmadıkları veya bu sayıda mezuna ihtiyaç olmadığı için nitelikli işsizlik oluştu. İş beğenmemezlik  başladı. Verilen eğitim, sanayinin ihtiyacını karşılamıyordu. Ülkenin genç kaynağının bilişsel haritasına ulaşmak mümkün değildi. Devlet Planlama Teşkilatının Rus ekolüyle yaptığı merkezi planlamaya göre fakülteler kontenjan belirliyordu. Zamanla sağ-sol-etnik-dini tartışmalar şiddet boyutuna yükseldi, içeride ve dışarıda güvensizlik hissi tavan yaptı. On yıllık dönemlerde üç defa askeri darbeyle demokrasi kesintiye uğradı. Eğitim personelinde belli zümreler lehine kadrolaşma, sığlaşma başladı. Cumhuriyetin ilk yıllarında subaylar toplumdaki en eğitimli zümreydi, seçkin kaldılar ancak birikimleri halka hızlıca ve dolu dolu aktarılamadı. Sonrasında askerlik toplumun tamamında iş hayatındaki bir kesinti, boşa geçen zaman olarak algılandı. Kadınların ordudaki payı sınırlıydı. Eğitimdeki tarzımız hep uzmanlaşma oldu, iş tanımları yaptık, sadece kendi işimizi bildik, iş öğretmedik ki yerimize başkası geçmesin. 

  • Kültür – Din
    • İsrail’de Yahudilik ile kültür ve milli duygu birbirinin içine işlemiş. Dünyaya meydan okuma, “ben yaparım”, “ben değerliyim”, “başarayım da gör günün” yaklaşımı var. Tarihi geleneğinde her zaman sorgulama, her zaman elindekiyle memnuniyetsizlik, yararı varsa ne pahasına olursa olsun yapma dirayeti, sonuç odaklılık, hiyerarşiden uzak informal ilişkiler, kapalı bir zümrede herkesin herkesi tanıması ve bunun yarattığı mahalle baskısı, kuralsız ve esnek bir günlük – askeri – kültürel hayat var, Kadının dinen örtünmesi isteniyor ancak sosyal hayatta tam eşitlik var, sadece aşırı dindar kesimde örtünme konusu var. Ders alabildiğin sürece hata yapmakta serbestsin, ayıplanmıyorsun. Gençler askerden sonra dünyayı geziyor, gittikleri yerdeki organize Musevi cemiyetiyle temas ediyor. Gençler yirmili yaşlarına geldiklerinde askerlik yapmış, üniversite bitirmiş, dünyayı gezmiş, evlenmiş, yaşına göre ziyadesiyle tecrübe kazanmış oluyor.
    • Türkiye’de millet-ümmet ayrımı sürekli kriz olmuş. Etnik kimlikler ayrışma konusu olmuş. Hatta alevi-sünni gibi aynı din altında bile çatışmalar yaşanmış. Geleneksel olarak tek adamın idaresinde tabi olma kültürüyle yaşayan bir milletiz. Demokrasiye alışmak sancılı olmuş. Sorgulamak itaatsizlik olarak değerlendirilmiş. Hata yapmak ayıplanmış. Girişimci olmak yerine devlete memur olmak yüceltilmiş. İlişkiler hiyerarşik temelli olmuş, babamızla bile “sizli-bizli” konuşmuşuz. Kanaat etmek iyi, hırs kötü kabul edilmiş. Elimizden geleni yapmak yeterli sayılmış, sonuç önemsenmemiş, tevekküle bırakmışız, kader diyerek razı olmuşuz. Dinin şekil şartları özünün önüne geçmiş. “İki günü aynı olan zarardadır”, “ilim Çin’de olsa gidip öğreniniz”, “en kıymetliniz alimlerdir” hadisleri, “israf edeni Allah sevmez”, “en hayırlınız bildiklerini öğretendir” ayetleri yeterince vurgulanmamış. Dine davet örnek olunarak yapılacağına cihad yoluyla yapılmış. İslam medeniyeti ilk yıllarından Osmanlı’nın yükseliş dönemi sonuna kadar batı medeniyetinin ilerisindeyken daha sonra cahillik artmış ve gerileme başlamıştır. Vize engeli ve maddi kısıtlar nedeniyle dünyadan kopulmuş. “Türke Türkten başka dost yok” anlayışıyla kendimizi ispatlamaya çalışacağımıza dış dünyaya küserek içimize kapanmışız. Herkesin üniversiteye gitmesi şartmış gibi yorumlayıp  22 yaşında kısmetse üniversiteyi bitirip sıfır hayat tecrübesiyle bir yıl askere gidiyoruz, şansımız yaver giderse 30 yaş civarı evleniyoruz. Kadına kariyer olarak anneliği uygun görüyoruz, çalışma şartlarını zorlaştırıyoruz, kadını değersizleştiriyoruz.. Mahalle baskısını başarılı olmak için değil, dini taassup için kullanıyoruz.
       
       
       
       
       
       

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder